Sözler Cilt 2

Sözler Cilt 2, 258. Sayfa

bir kudretini ve o nihayetsiz kudretin nihayetsiz kemâlde olduğunu gösterir. Elbette, şeriklerden istiğna-yı mutlak var. Yani, hiçbir cihette şeriklere ihtiyaç yok. İhtiyaç olmadığı halde neden bu zulümatlı meslekte gidiyorsunuz? Ne zorunuz var ki oraya giriyorsunuz?
Hem de şürekâya hiçbir ihtiyaç olmadığı ve kâinat onlardan müstağni-yi mutlak oldukları halde, şerik-i ulûhiyet gibi, rububiyet ve icad şerikleri dahi mümtenidirler, vücutları muhaldir. Çünkü, semâvât ve arzın Sâniindeki kudret, hem nihayet kemâlde, hem nihayetsiz olduğunu ispat ettik. Eğer şerik bulunsa, mütenâhi diğer bir kudret, o nihayetsiz ve gayet kemâldeki kudreti mağlûp edip bir kısım yer zaptetmek ve ona nihayet vermek ve mânen âciz bırakıp, hadsiz olduğu halde tahdit etmek ve hiçbir mecburiyet olmadan, bir mütenâhi şey, nihayetsiz bir şeye, nihayetsiz olduğu bir vakitte nihayet vermek ve mütenâhi yapmak lâzım gelir ki, bu, muhâlâtın en gayr-ı makulü ve mümteniâtın en katmerlisidir.
Hem şerikler müstağniyetün anhâ ve mümteniatün bizzat, yani hiç onlara ihtiyaç olmadığı gibi vücutları muhal oldukları halde, onları dâvâ etmek sırf tahakkümîdir. Yani, aklen, mantıken, fikren o dâvâyı ettirecek bir sebep olmadığı için, mânâsız sözler hükmündedir; ilm-i usulce "tahakkümî" tabir edilir. Yani, mânâsız dâvâ-yı mücerrettir. İlm-i kelâm ve ilm-i usulün düsturlarındandır ki, denilir:
لاَعِبْرَةَ لِلاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِئِ عَنْ دَلِيلٍ وَلاَ يُنَافِى اْلاِمْكَانُ الذَّاتِىُّ الْيَقِينَ الْعِلْمِىَّ
Yani, "Bir delilden, bir emareden neş'et etmeyen bir ihtimalin ehemmiyeti yok; kat'î ilme şek katmaz, yakîn-i hükmîyi sarsmaz." Meselâ, zâtında Barla Denizi (yani Eğirdir Gölü), imkân ve ihtimal var ki, pekmez olsun, yağa inkılâb
etmiş olsun. Fakat, madem bir emareden o imkân ve ihtimal neş'et etmiyor; onun vücuduna ve su olduğuna kat'î ilmimize tesir etmez, şek ve vesvese vermez.
İşte, bunun gibi, mevcudatın her tarafından, kâinatın her köşesinden sorduk. Birinci Mevkıfta gösterildiği gibi, zerrattan yıldızlara kadar ve İkinci Mevkıfta görüldüğü gibi, hilkat-i semâvât ve arzdan, tâ simalardaki teşahhusâta kadar hangi şeyden sorulduysa, lisan-ı hâl ile vahdâniyete şehadet ve sikke-i tevhidi gösterdi; sen de gördün. Öyle ise, kâinatın mevcudatında bir emare yok ki, şirk ihtimali ona bina edilsin. Demek, dâvâ-yı şirk, sırf tahakkümî ve mânâsız söz ve dâvâ-yı mücerret olduğundan, şirki iddia etmek mahz-ı cehalet, ayn-ı belâhettir.
İşte, ehl-i dalâletin vekili, buna karşı diyeceği kalmıyor. Yalnız diyor ki: "Şirke emare, kâinattaki tertib-i esbabdır, herşeyin bir sebeple bağlı olduğudur. Demek esbabın hakikî tesirleri vardır. Tesirleri varsa şerik olabilirler."

SORU & CEVAP
İsminiz Sorunuz