cihetiyle, kâinatı bir şehir kolaylığında ve bir baharı bir bahçe suhuletinde ve haşirde bütün ölmüşleri ihyâ etmek, o bahçe ağaçlarının yaprak, çiçek meyvelerini, gelen baharda yaratmak kolaylığında yapar. Ve kolayca bir sineği koca kartal kuşu sisteminde yaratır. Ve suhuletle bir insanı bir küçük kâinat hükmüne getirir. Eğer esbaba verilse, bir mikrop bin gergedan, bir meyve bir büyük ağaç kadar müşkülâtlı olur. Ve belki zîhayatın bedeninde acip vazifeleri gören her bir zerreye her şeyi görecek bir göz ve her şeyi bilecek bir ilim verilmek lâzımdır ki, o ince ve mükemmel vazife-i hayatiyeyi yapabilsin.
Hem vahdette yüsr ve suhulet ve kolaylık o dereceye gelir. Nasıl ki, bir ordu teçhizatı bir tek elden, bir tek fabrikadan gelmesiyle, bir tek neferin teçhizat-ı askeriyesi gibi kolaylaşır. Eğer ayrı ayrı eller karışsa ve muhtelif cihazat her biri başka fabrikadan alınsa, o vakit bir tek nefer teçhizatı, kemiyet noktasında bin müşkülâtla tedarik edilebilir, müteaddit âmir ve zâbitler karıştığı cihetiyle bin nefer kadar suûbet peydâ eder. Hem bin neferin idaresi ve kumandanlığı bir tek zâbite verilse, bir cihette bir nefer kadar kolay olur, eğer on zâbite veya neferlere bırakılsa, pek karışık ve müşkül düşer. Aynen öyle de, her şey Vâhid-i Ehade verilse, bir tek şey gibi kolay olur. Eğer esbaba isnad edilse, bir tek zîhayat, zemin kadar müşkül, belki imkânsız olur. Demek vahdette kolaylık, vücub ve lüzum derecesine gelir. Ve kesretli eller karışmakta suûbet, imkânsızlık derecesine düşer.
Risale-i Nur Mektubat'ında denildiği gibi, eğer gece-gündüzdeki tebeddülâtı ve yıldızların harekâtı ve senedeki güz, kış, bahar, yaz gibi mevsimlerin tahavvülâtı bir tek Müdebbire ve Âmire bırakılsa; o Kumandan-ı Âzam, bir neferi
olan küre-i arza emreder ki: "Kalk, dön, gez." O da, o iltifat ve emrin neş'e ve sevincinden meczup Mevlevî gibi iki hareketiyle yevmî ve senevî tahavvülâta ve yıldızların zâhirî ve hayalî hareketlerine gayet kolayca bir vesile olup vahdetteki tam suhulet ve gayet kolaylığı gösterir. Eğer o tek Âmire değil, belki esbaba ve yıldızların keyiflerine bırakılsa ve arza "Sen dur, gezme" denilse, o halde, arzdan binler derece büyük binler yıldızlar ve güneşler, her gece ve her sene milyonlar ve milyarlar senelik mesafeleri kesmek ve gezmekle mevsimler ve gece gündüz gibi o vaziyet-i arziye ve semaviye husul bulabilir ve imkânsızlık ve muhaliyet derecesinde müşkül ve suûbetli düşer...
Üçüncü Basamaktaki وَتَجَلِّى اْلاَحَدِيَّةِ kelimesi, pek büyük ve çok ince ve derin ve gayet geniş bir hakikate işaret eder. Onun izah ve ispatını Risale-i Nur'a havale edip, gayet kısa bir temsil ile bir tek nüktesini beyan edeceğiz.
Evet, nasıl ki güneş, ziyasıyla umum zemini ışıklandırıp vâhidiyete bir misal olduğu gibi, âyine gibi mukàbilindeki her şeffaf şeyde timsali ve aksi ve yedi renkli ziyasıyla ve zâtının suretiyle bulunup ehadiyete dahi bir misal teşkil eder. Eğer güneşin ilmi ve kudreti ve ihtiyarı olsaydı ve cam parçalarının