Bu son basamağın uzun bir beyanla meâlini söylemek isterdim. Fakat maatteessüf keyfî tahakküm ve tazyiklerden gelen şiddetli sıkıntılar ve tesemmümden gelen zaafiyet ve elîm hastalıklar mâni olmasından, meâline yalnız pek kısa bir işaretle iktifaya mecbur oldum.
Yani, nasıl ki, faraza kàbil-i inkısam olmayan ve ilm-i kelâm ve felsefede cevher-i fert namını alan bir zerrede, ondan daha küçücük olan madde-i esiriye zerreleriyle bir Kur'ân-ı Azîmüşşan yazılsa ve semâvât sahifelerinde dahi yıldızlar ve güneşlerle diğer bir Kur'ân-ı Kebîr yazılsa, ikisi muvazene edilse, elbette cevher-i ferd zerresinden yazılan hurdebînî Kur'ân, gökler yüzlerini yaldızlayan Kur'ân-ı Azîm ve Kebîrden acâipçe ve san'atın i'cazında geri değil, belki bir cihette ileri olduğu gibi; aynen öyle de, Hâlık-ı Kâinatın kudretine nisbeten masnuiyetindeki garabet ve cezâlet noktasında, zühre çiçeği, Zühre yıldızından geri
değil ve karınca, filden aşağı olmaz ve mikrop, gergedandan hilkatça daha acip ve arı sineği, hurma ağacından fıtrat-ı acîbesiyle daha ileridir. Demek bir arıyı yaratan, bütün hayvanları yaratabilir. Bir nefsi dirilten, haşirde bütün insanları ihya edip haşir meydanına toplayabilir ve toplayacak. Hiçbir şey Ona ağır gelmez ki, gözümüz önünde gayet çabuk ve kolaylıkla her baharda haşrin yüz bin nümunelerini yaratıyor.
Son cümle-i Arabiyenin gayet kısacık meâli şudur: Yani, ehl-i dalâlet, mezkûr basamakların sarsılmaz hakikatlerini bilmediklerinden ve gayet çabuk ve gayet kolaylıkla birden mahlûkat vücuda geldiklerinden, teşkili ve bir Sâniin hadsiz kudretiyle icadı, teşekkül ve kendi kendilerine vücut bulmak tevehhüm edip hiçbir zihin, hattâ vehim dahi kabul etmediği ve her cihetle muhal ve imkânsız hurafelerin kapısını kendilerine açmışlar. Meselâ, o halde zîhayatın her bir zerresine hadsiz bir kudret, bir ilim, her şeyi görecek bir göz ve her san'atı yapabilecek bir iktidar vermek lâzım gelir. Birtek İlâhı kabul etmemekle, zerreler adedince ilâheleri mezheplerince kabul etmeye mecbur olarak Cehennemin esfel-i sâfilînine girmeye müstehak düşerler.
Amma ehl-i hidâyet ise, geçen basamaklardaki kuvvetli hakikatler ve sarsılmaz hüccetler, selim kalblerine ve müstakim akıllarına gayet kat'î kanaat ve kuvvetli iman ve aynelyakîn bir tasdik vermiş ki, şüphesiz ve vesvesesiz itmi'nân-ı kalble itikad ederler ki, yıldızlar, zerreler, en küçük, en büyük, kudret-i İlâhiye nisbeten farkları yoktur ki, gözümüz önünde bu acâipler oluyor.
Ve her bir acîbe-i san'at مَا خَلْقُكُمْ وَلاَبَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ 1 âyetinin dâvâsını tasdik ve hükmü ayn-ı hak ve hakikat olduğuna şehadet ederler,
lisan-ı hal ile Allahu ekber derler. Biz dahi onların adedince Allahu ekber deriz.