müşabehet içindir. Kur'ân-ı Kerim, belâgatçe kıymetli olan مُشَاكَلَةً فِى الصُّحْبَةِ 4
üslûbuna binaen, onların kullandıkları يَسْتَحْيِى 1 kelimesini aynen kullanmıştır. Onların bu sözlerine müşâkelet ve müşabehet nokta-i nazarından اَنْ يَضْرِبَ 2 yerinde مِنَ الْمَثَلِ الْحَقِيرِ 3 denilmesi, müşabeheti saklamak için daha münasip olurdu. Fakat bu münasebetin nazara alınmaması, lâtif bir üslûba işarettir ki, temsiller, mühür veya imzalar gibi tasdik ve ispat içindir. Nasıl ki yazılan birşey mühürlenmekle tasdik edilmiş olur; aynen bunun gibi, söylenilen bir söz de, bir misal ile tasdik ve ispat edilmiş olur.
Yahut ﴾ اَنْ يَضْرِبَ ﴿ ile paranın darbına ima edilmiştir. Yani, temsillerin darbı ve darb-ı meseller, sikkenin darbı kadar kelâma kıymet veriyor. Yani, nasıl ki sikke, gümüş ve altına kıymet veriyor; darb-ı meseller de kelâmlara o nisbette kıymet ve itibar veriyor. Ve bu işaretle, vehimleri def etmek için temsillerin güzel bir vasıta olduklarına ve temsillerin bid'a olmayıp belâgat sahasında işlek ve güzel bir cadde olduğuna îma edilmiştir. Evet, durub-u emsâl, malûm kaidelerdendir.
Daha kısa ve muhtasar olan masdar-ı ضَرْبَ 4 üzerine اَنْ يَضْرِبَ 'nin fiil sigasıyla tercihan zikredilmesi, itirazlarının menşei bizzat temsil olmayıp, بَعُوضَةً 5 'nin hakareti olduğuna işarettir. Çünkü temsiller haddizatında kıymetli olup, itirazlara mahal değildirler. Zira اَنْ يَضْرِبَ fiildir. Fiil, müstakil ve sabit olmadığından,
sanki lâtiftir. Mütekellimin kastı onda durmuyor, mef'ule geçiyor. Masdar olan ضَرْبَ 1 ise, isimdir. İsim,