Bir ulül'emr, makamında olursa ciddiyeti vakardır, mahviyeti zillettir.
Hanesinde bulunsa, mahviyeti tevazu, ciddiyeti kibirdir.
Mütekellim-i vahde olsa eğer bir zâtta, müsamaha hamiyet, fedakârlık bir haslet, bir amel-i salihtir.
Mütekellim-i maalgayr olsa eğer o zâtta, müsamaha hıyânet, fedakârlık bir sıfat, bir amel-i talihtir.
Tertib-i mebâdide tevekkül, tembelliktir. Terettüb-ü netice noktasındaki tefviz, tevekkül-ü şer'îdir.
Semere-i sa'yine, kısmetine rıza ise memduh bir kanaattir, meyl-i sa'ye kuvvettir.
Mevcut mala iktifâ, mergub kanaat değil, belki dûn-himmetliktir. Misaller daha çoktur.
Kur'ân mutlak zikreder sâlihât1 ve takvâyı.2 İphamında remz eder makamatın tesiri. Îcâzı bir tafsildir; sükûtu geniş sözdür.
• • •
"El-hakku yâ'lû"3 Bizzat, Hem Âkıbet Muraddır
Ey arkadaş! Bir zaman bir sâil dedi: "Madem el-hakku ya'lû haktır. Neden kâfir Müslime, kuvvet hakka galiptir?"
Dedim: Dört noktaya bak; bu müşkül de hallolur. Birinci nokta şudur: Her hakkın her vesilesi hak olması lâzım değildir.
Öyle de, her bâtılın her vesilesi bâtıl olması yine lâzım değildir. Neticesi şu çıkar: Hak olan bir vesile, bâtıl vesileye galiptir.
Dolayısıyla, bir hak bir bâtıla mağlûptur. Muvakkaten, bilvasıta olmuştur. Yoksa bizzat, hem daima değildir.
Lâkin âkıbetü'l-âkıbe, her dem yine hakkındır.1 Kuvvetin bir hakkı var, bir sırr-ı hilkati var.
İkinci nokta şudur:
Her Müslimin her vasfı Müslim olmak vâcip iken, haricen her dem vaki, sabit değildir.
Öyle de, her kâfirin her vasfı kâfir olmak, küfründen neş'et etmek yine lâzım değildir.
Her fâsıkın her vasfı fâsık olmak, fıskından neş'et etmek, öyle de, her dem sabit değildir.
Demek bir kâfirin Müslim olan bir vasfı, Müslimdeki lâmeşru vasfına galip olur. Bilvasıta, o kâfir dahi ona galiptir.
Hem dünyada, hayatın hakkı şamil ve âmmdır. O rahmet-i âmmenin bir cilve-i mânidar, onun bir sırr-ı hikmeti var; küfür mâni değildir.