Ulemâ azaldı, kemiyet keyfiyeti. Korkarız, dinimiz sönecek de bir zaman.
Dedim: Nasıl kâinat söndürülmezse, iman-ı İslâmî de sönemez. Öyle de, zeminin yüzünde çakılmış mismarlar hükmünde her an
Olan İslâmî şeâir, dinî minarat, İlâhî maâbid, şer'î maâlim itfâ olmazsa, İslâmiyet parlayacak an be an.
Herbir mâbed bir muallim olmuş, tab'ıyla tabâyie ders verir. Her maâlim dahi birer üstad olmuştur; onun lisan-ı hâli eder telkin-i dinî; hatasız, hem bînisyan.
Herbir şeâir bir hoca-i dânâdır; ruh-u İslâmı daim enzâra ders veriyor. Mürur-u a'sâr ile sebeb-i istimrar-ı zaman.
Güya tecessüm etmiş envâr-ı İslâmiyet şeâiri içinde. Güya tasallüb etmiş zülâl-i İslâmiyet maâbidi içinde. Birer sütun-u iman.
Güya tecessüd etmiş ahkâm-ı İslâmiyet maâlimi içinde. Güya tahaccür etmiş erkân-ı İslâmiyet avâlimi içinde. Birer sütun-u elmas; onunla mürtabittir zemin ile âsüman.
Lâsiyyemâ, bu Kur'ân-ı Hatib-i Mu'cizbeyan, daima tekrar eder bir hutbe-i ezelî. Aktâr-ı İslâmîde kalmamış hiç de bir köy, hem dahi hiçbir mekân,
Nutkunu dinlemesin, tâlimi işitmesin. اِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ 1 sırrı ile hafızlıktır pek de büyük bir rütbe. Tilâvet ise, ibadet-i ins ü cânn.
Onun içinde tâlim, hem müsellemâtı tezkir. Tekerrür-ü zamanla nazariyat kalb olur müsellemâta, hem döner bedihiyâta. İstemez daha beyan.
Zaruriyât-ı dinî, nazariyattan çıkıp zaruriyat olmuştur. Tezkir ise kâfidir, ihtar ise vâfidir. Şâfidir her dem Kur'ân,
İhtara, hem tezkire. Şu intibah-ı İslâm, hem içtimaî yakaza herbirine veriyor, umuma ait olan delâil ve hem mîzan.
Madem içtimaî hayat İslâmda başlamıştır. Herbirinin imanı kendine mahsus olan delile münhasıran değil, müstenid vicdan.
Belki cemaatin kalbinde gayr-ı mahdut esbaba dahi eder istinad.
Hattâ câ-yı dikkattir: Bir mezheb-i zaifi, mürur ettikçe zaman,
İptali müşkül olur. Nerede kaldı ki İslâm, vahy ile fıtrat gibi iki metin esasa hem istinad etmiştir, hem bu kadar a'sarda nâfizâne hükümran.