Evet, altında nesc olmuş mühefhef mantık ve burhan, sağında aklı istintak, mürefref her taraf, ezhan "Sadakte" der ki, لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
Yemîn olan şimalinde eder vicdanı istişhad. Emâmında hüsn-ü hayırdır, hedefinde saadettir. Onun miftahıdır her dem ki, لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
Emâm olan verâsında ona mesned semâvîdir ki vahy-i mahz-ı Rabbânî. Bu şeş cihet ziyadardır, burûcunda tecellîdar ki, لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
Evet, vesvese-i sârık, bâvehim şüphe-i târık, ne haddi var ki o mârık girebilsin bu bârık kasra. Hem şârık ki sur sûreler şâhık, her kelime bir melek-i nâtık ki, لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
O Kur'ân-ı Azîmüşşan nasıl bir bahr-i tevhiddir. Birtek katre, misal için birtek Sûre-i İhlâs; fakat kısa birtek remzi, nihayetsiz rumuzundan... Bütün envâ-ı şirki
reddeder, hem de yedi envâ-ı tevhidi eder ispat; üçü menfi, üçü müsbet, şu altı cümlede birden:
Birinci cümle: قُلْ هُوَ 1 karinesiz işarettir. Demek ıtlakla tayindir. O tayinde taayyün var. Ey, لاَ هُوَ اِلاَّ هُوَ 2
Şu, tevhid-i şuhuda bir işarettir. Hakikatbîn nazar tevhide müstağrak olursa der ki: لاَ مَشْهُودَ اِلاَّ هُوَ 3
İkinci cümle: اَللهُ اَحَدٌ 4 dir ki, tevhid-i ulûhiyete tasrihtir. Hakikat, hak lisanı der ki: لاَ مَعْبُودَ اِلاَّ هُوَ 5
Üçüncü cümle: اَللهُ الصَّمَدُ 6 dir. İki cevher-i tevhide sadeftir. Birinci dürrü: tevhid-i rububiyet. Evet, nizam-ı kevn lisanı der ki: لاَ خَالِقَ اِلاَّ هُوَ 7
İkinci dürrü: tevhid-i kayyûmiyet. Evet, serâser kâinatta, vücut ve hem bekâda, müessire ihtiyaç lisanı der ki: لاَ قَيُّومَ اِلاَّ هُوَ