DÖRDÜNCÜ NÜKTE-İ BELÂĞAT: Kur'ân kâh olur, mahlûkat-ı İlâhiyeyi bir tertiple zikreder; sonra o mahlûkat içinde bir nizam, bir mizan olduğunu ve onun semereleri olduğunu göstermekle, güya bir şeffafiyet, bir parlaklık veriyor ki, sonra o âyine-misal tertibinden cilvesi bulunan esmâ-i İlâhiyeyi gösteriyor. Güya o mahlûkat-ı mezkûre elfazdır; şu esmâ onun mânâları, yahut o meyvelerin çekirdekleri, yahut hülâsalarıdırlar. Meselâ,
وَلَقَدْخَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ مِنْ سُلاَلَةٍ مِنْ طِينٍ * ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِى قَرَارٍ مَكِينٍ * ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ اَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا اٰخَرَ فَتَبَارَكَ اللهُ اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ * 2
İşte, Kur'ân, hilkat-i insan ın o acip, garip, bedî, muntazam, mevzun etvârını öyle
âyine-misal bir tarzda zikredip tertip ediyor ki, فَتَبَارَكَ اللهُ اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ 1 içinde kendi kendine görünüyor ve kendini dedirttiriyor. Hattâ, vahyin bir kâtibi, şu âyeti yazarken, daha şu kelime gelmezden evvel şu kelimeyi söylemiştir. "Acaba bana da mı vahiy gelmiş?" zannında bulunmuş.2 Halbuki, evvelki kelâmın kemâl-i nizam ve şeffafiyetidir ve insicamıdır ki, o kelâm gelmeden kendini göstermiştir.
Hem meselâ,
اِنَّ رَبَّكُمُ اللهُ الَّذِى خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ فِى سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِى الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِهِ اَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَاْلاَمْرُ تَبَارَكَ اللهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ * 3
İşte, Kur'ân şu âyette, azamet-i kudret-i İlâhiye ve saltanat-ı rububiyeti öyle bir tarzda gösteriyor ki, güneş, ay, yıldızlar emirber neferleri gibi emrine müheyyâ, gece ve gündüzü beyaz ve siyah iki hat gibi veya iki şerit gibi birbiri arkasında döndürüp âyât-ı rububiyetini kâinat sahifelerinde yazan ve Arş-ı Rububiyetinde duran bir Kadîr-i Zülcelâli gösterdiğinden, her ruh işitse, "Bârekâllah, mâşaallah, fetebârekâllahü Rabbü'l-Âlemîn" demeye hâhişger olur. Demek, تَبَارَكَ اللهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ sâbıkın hülâsası, çekirdeği, meyvesi ve âb-ı hayatı hükmüne geçer.