İşarat'ül İ'caz

İşaratul İcaz, 185. Sayfa

hikmetini anlayamaz, evhama kapılır. Kalbindeki marazın yardımıyla, her vehim onun nazarında bir dev kesilir; tarik-i hakkı kaybeder, tereddütlere maruz kalır. Sonra istifhama, yani sorup sual etmeye başlar, içinden çıkamaz; en nihayet iş inkâra dayanır, inkârın içinde kalır. Kur'ân-ı Kerim, ihtisar ve kinaye tarikiyle onların inkârı tazammun eden istifhamlarına, مَاذَۤا اَرَادَ اللهُ بِهٰذَا مَثَلاً 2 cümlesiyle işaret etmiştir. Ve bu işaret içindir ki, evvelki cümlede mezkûr olan يَعْلَمُونَ 3 ye mutabakat için, burada لاَ يَعْلَمُونَ 4 'nin zikri lâzım iken مَاذَۤا اَرَادَ اللهُ بِهٰذَا مَثَلاً ilâ âhir, denilmiştir.
يُضِلُّ بِهِ كَثِيرًا وَيَهْدِى بِهِ كَثِيرًا 5 Bu cümle, onların temsilâtının sebebini, ille-i gaiyesini anlamak üzere مَاذَا 6 ile yaptıkları istifhama cevaptır. Fakat
Kur'ân-ı Kerim, usul ittihaz ettiği îcaz ve ihtisara binaen, temsilâtın âkıbetini, yani temsilâta terettüp eden dalâlet ve hidayeti, ille-i gaiye menzilesinde göstermiştir. Evet dalâlet ve hidayet, temsilata illet olamaz. Eğer illet olsa, cebir olur. Ancak, temsilâtın sebep ve ille-i gaiyesi, cumhur-u avamı ikâz ve irşaddır. Sanki onlar, "Ne için böyle oldu? Ne için i'caz bedîhi olmadı? Ne için Allah'ın kelâmı olduğu zaruri olmadı? Ne için bu temsilât yüzünden vehimlere meydan verildi?" diye bir çok sualleri ortaya çıkardılar. Kur'ân'ı Kerim
يُضِلُّ بِهِ كَثِيرًا وَيَهْدِى بِهِ كَثِيرًا 1 cümlesiyle, o sual kümesini dağıttı. Şöyle ki:
O temsilâtı nûr-u iman ile tefekkür edenin nûr-u imanı inkişaf eder, kuvvet bulur. Küfür zulmetiyle ve tenkit hırsıyla bakanın da, zulmeti ziyadeleşir ve gözü kör olur. Çünkü nazarîdir, bedîhi değildir.
Evet, bu temsilât, temiz ve yüksek ruhları, mülevves ve alçak

SORU & CEVAP
İsminiz Sorunuz