2. Taaccüple hikmeti sordular.
3. Cinlere halife olmakla beraber, beşerde kuvve-i gadabiye ve şeheviye dahi ilâveten halk edilmiştir. Bunlar, cinlerden daha ziyade fesat yapacaklardır.
İşte Kur'ân-ı Kerim ﴾ قَالُۤوا اَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَۤاءَ 4 ﴿ cümlesiyle o üç noktaya işaret etmiştir. Melâikenin sual-i taaccüp ve istifsarları bittikten sonra, sâmi, Cenâb-ı Haktan verilecek cevabı beklerken, Kur'ân-ı Kerim, ﴾ قَالَ اِنِّىۤ اَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ 5 ﴿ cümlesiyle cevap vermiştir. Yani,
"Eşya ve ahkâm, sizin malûmatınıza münhasır değildir. Adem-i ilminiz, onların vücuda gelmeyeceklerine sebep olamaz. Benim, beşerin hilkati hakkında bir hikmetim vardır; o hikmetin hâtırası için, fesatlarını nazara almam." ferman etmiştir.
Cümlelerin heyet ve nüktelerine geldik:
﴾ وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ 1 ﴿ ilâ âhir. Atfı ifade eden bu وَ münasebet-i atfiyenin iktizasına binaen وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ cümlesine mâtufun-aleyh olmak üzere اِذْ خَلَقَ مَا خَلَقَ مُنْتَظَمًا 2 cümlesinin takdirine işarettir.
Ve keza اِذْ zaman-ı mâziyi ifade ettiği cihetle, sanki zihinleri, geçmiş zamanların silsilesine götürür veya o silsileyi bu zamana getirir, ihzar eder ki, zihinler, o zamanlarda vukua gelmiş olan hadiseleri görsünler.
رَبُّكَ 3 Bu tâbir, melâikenin aleyhine bir hüccet ve bir