olduğuna işarettir. Ve keza, bu cümle مَاذَا اَرَادَ اللهُ 3 ilâ âhir, cümlesiyle işaret edilen istifhama cevap olduğu için, her iki fırkanın vaziyetlerini beyan etmek icap etmiştir. Ve bu icaba binaen, masdara tercihan fiil zikredilmiştir. Yani bir fırkanın vaziyeti dalâlet, ötekisinin de hidayettir.
كَثِيرًا 4 Evvelki كَثِيرًا 'dan kemiyet ve adetçe çokluk irade edilmiştir.
İkinci كَثِيرًا 'dan keyfiyet ve kıymetçe çokluk kastedilmiştir. Ve aynı zamanda, Kur'ân'ın nev-i beşere rahmet olduğunun sırrına işarettir.
Evet, insanların az bir kısmının fazilet ve hidayetlerini çok görmek ve göstermek, Kur'ân'ın beşere karşı merhametli ve lütufkâr olduğunu gösterir.
Ve keza, bir fazilet sahibi, bin faziletsize mukabildir. Bu itibarla, fazileti taşıyan, az olsa da çok görünür.
وَمَا يُضِلُّ بِهِۤ اِلاَّ الْفَاسِقِينَ 5 Evvelki cümlede mutlak ve müphem olarak
zikredilen كَثِيرًا 1 'den hasıl olan vesveseleri, korkuları, tereddütleri bu cümle ile şöyle def etmiştir ki: "Dalâlete gidenler, fâsıklardır. Dalâletlerinin menşei de fısktır. Fıskın sebebi ise kisbleridir. Suç onlarda olup, Kur'ân'da değildir. Dalâleti halk etmek, yaptıklarının cezası içindir."
Yine bilinmesi lâzımdır ki, bu cümlelerin herbirisi mâkablini şerh ve beyan eder, mâbadi de onu tefsir eder. Demek her cümle, mâkabline delil, mâbadine neticedir. İki silsile ile bunu izah edeceğiz.
1. Allah, o temsilden hayâ etmez. Çünkü O, temsili terk etmez. Hem o temsil beliğdir. Hem o temsil haktır. Hem o temsil, Allah'ın kelâmıdır. Bunu da mü'min olan kimseler bilir.
2. Allah, münkirlerin dedikleri gibi, o temsilden hayâ etmez.