imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolayı Risale-i Nur'dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, iman-ı tahkikiye isal eder.
Bu fakir kardeşiniz yirmi sene evvel kesret-i mütalâa ile bazan bir günde bir cilt kitabı anlayarak mütalâa ederken, yirmi seneye yakındır ki Kur'ân ve Kur'ân'dan gelen Risale-i Nur bana kâfi geliyordu. Birtek kitaba muhtaç olmadım, başka kitapları da yanımda bulundurmadım. Risale-i Nur çok mütenevvi hakaike dair olduğu halde, telifi zamanında, yirmi seneden beri ben muhtaç olmadım. Elbette siz, yirmi derece daha ziyade muhtaç olmamak lâzım gelir.
Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum; siz dahi Risale-i Nur'a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda elzemdir.
ba
Birinci esas: Ehl-i imanın meyusiyetine karşı, "İstikbalde bir nur var" diye müjde verdiğidir. Bir hiss-i kablelvuku ile Risale-i Nur'un istikbalde, dehşetli bir zamanda çok ehl-i imanın imanlarını takviye edip kurtarmasını hissedip o adese ile Hürriyet inkılâbındaki siyaset dairelerine bakmış. Tâbirsiz, tevilsiz tatbike çalışmış; siyaset ve kuvvet ve kemmiyet noktasında zannetmiş. Doğru hissetmiş, fakat tam doğru diyememiş.
İkinci esas: Eski Said, bazı siyasî insanlar ve harika ediplerin hissettikleri gibi, çok dehşetli bir istibdadı hissedip ona (istibdada) karşı cephe almışlardı. O hiss-i kablelvuku tâbir ve tevile muhtaç iken, bilmeyerek resmî, zaif ve ismî bir istibdat görüp o siyasî ve dâhî edipler ona karşı hücum gösteriyorlardı. Halbuki onlara dehşet veren, bir zaman sonra gelecek olan istibdatların zaif bir gölgesini asıl zannederek öyle davranmışlar, öyle beyan etmişler. Maksat doğru, fakat hedef hatâ...
İşte Eski Said de, eski zamanda böyle acip bir istibdadı hissetmiş. Bazı âsârında, ona hücumla beyanatı var. O müthiş istibdâdât-ı acîbeye karşı
meşruta-i meşruayı bir vasıta-i necat görüyordu. Ve "hürriyet-i şer'iye, Kur'ân'ın ahkâmı dairesindeki meşveretle o müthiş musibeti def eder" diye düşünüp öyle çalışmış…
Hem Münazarat risalesinin ruhu ve esası hükmünde olan hâtimesindeki Medresetü'z-Zehra'nın hakikatı ise, istikbalde çıkacak olan Risale-i Nur medresesine bir zemin izhar etmek idi ki, bilmediği halde ihtiyarsız olarak ona sevk olunuyordu. Bir hiss-i kablelvuku ile o nuranî hakikati maddî suretinde arıyordu. Sonra o hakikatin maddî ciheti dahi vücuda gelmeye başladı.
Sultan Reşad (merhum), 19 bin altun lirayı Van'da temeli atılan o Medresetü'z-Zehra'ya verdi, temel atıldı. Fakat sabık Harb-i Umumî çıktı, geri kaldı.
Beş altı sene sonra