uğradığı ve uğrayacağı kaviyyen me'mul ve melhuz olan sefahet ve atâlete rağmen düstur-u şüyuhatını tahdit ve ancak anâsır-ı mecrûha cerrahını unutmayıp ve ihmal dahi etmeyerek şehadet-i kat'iyesini gösterip sahife-i hayatını bin iki yüz doksan ikide imzalamıştır.
Van'da tesisine başlanan Medrese-i Zehranın tehiri, "Doktor hastaya elzemdir" fehvasıyla, on dokuz bin altın tahsisat ve arkasında Sultan Reşad, daha
beride iki yüz meb'ustan yüz altmış küsurun inzimam-ı reyi yüz elli bin banknot kabul ettikleri halde, maddeten mevki-i fiile isal edilememiş. Herhalde Hakîm-i Mutlak, Kadîr-i Mutlak, daha ahsen suretini dilemiş ki, o Sultan-ı Ezelînin lûtfuyla, maddiyata minnet etmeden, هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى 1 elhamdü lillâh, Isparta'da Risale-i Nur'un telifine menba olması ve mânevî Medresetü'z-Zehra hükmüne geçmesi, pâyansız kusurlarımızın belki de setrine inşaallah vesile olmasını Cenâb-ı Erhamürrâhimînden dileyerek, işbu destgâh-ı mânevîyi tahkîmen Osman-ı Hâlidî'nin kıymettar ve mânidar, sadık ve meşhur ihbaratının hedef ve masruf-u lehi günden daha âşikâr bir halde zuhur etmiştir.
Şu mütevâli vekayi-i müsbete biz âciz hizmetçilere vazife-i aslîmizde ayrıca nazar-ı dikkati celbettiğine muttali olduktan sonra, bin hamd ü sena ile huzur-u Üstada birer birer vücud-u mânevîmizle arz-ı endam eder ve mübarek ellerini öperiz. Aynı gayeye yardıma koşan ve aynı destgâhın alâkadarları olan Küçük Hüsrev ve Feyzi, Nazif, Emin, Tahsin, Tevfik, Hilmi gibi kardeşlerimize arz ederiz.
Risale-i Nur şakirtlerinden
Hasan, Osman, Tahirî, Abdullah, Hulusi-i Sâni Sabri
ba
Aziz kardeşlerim!
Bugünlerde, tefsirin ve Onuncu Sözün tevafukatına baktım. Kendi kendime dedim ki: Bu ziyade tafsilât israftır. Ehemmiyetli meseleler çoktur, vakit zayi olmasın.
Birden ihtar edildi ki: O tevafuk altında çok ehemmiyetli meseleler vardır. Hem madem tevafukta bir inâyet-i hâssa ve iltifat-ı Rahmanî Risaletü'n-Nur'a karşı tezahür etmiş, o iltifata karşı hüsnü şükran ve memnuniyet ve müteşekkirâne sevinç ne kadar ifratkârâne de olsa israf olamaz. Bu ihtar mücmelini iki cihetle izah edeceğim.
Birincisi: Herşeyde—ne kadar cüz'î olsa da—bir kast ve iradenin cilvesi bulunmasıdır; tesadüf, hakikî olarak bulunmamasıdır.