tevafukla parmak basıyor; öyle de, تَنْزِيلٌ kelimesiyle (vakıf mahalli olmadığından, tenvin, ن sayılmak cihetiyle) makamı beş yüz kırk yedi (547) olarak Sözler'in ikinci ve üçüncü ismi olan Resâili'n-Nur ve Risale-i Nur'un adedi olan beş yüz kırk sekiz (548) veya kırk dokuz (49)'a, şeddeli ن , bir ن sayılmak cihetiyle pek cüz'î ve sırlı bir veya iki farkla tevafuk ederek remzen ona bakar, dairesine alır.
Hem حٰمۤ * تَنْزِيلٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ 1'in makam-ı cifrîsi, bir vech ile, yani tenvin, ن sayılsa ve şeddeli iki ر deki lâm-ı aslî hesap edilse, حَامِيمْ ,حٰمۤ telâffuzda olduğu gibi olsa, bin üç yüz elli dört (1354) veya beş (5) eder. Ve diğer bir vecihte, yani tenvin sayılmazsa, bin üç yüz dört (1304) eder. Üçüncü vecihte, yani telâffuzda bulunmayan iki ل hesaba girmezse, bin iki yüz doksan dört (1294) eder.
Birinci vecihte, tam tamına Resâili'n-Nur'un telifçe bir derece tekemmülü ve fevkalâde ehemmiyet kesb etmesi ve fırtınalara tutulması ve şakirtleri kudsî bir teselliye muhtaç oldukları Arabî tarihiyle, şu bin üç yüz elli beş (1355) ve elli dört (54) tarihine, hem otuz bir adet Lem'alardan ibaret olan Otuz Birinci Mektubun telif zamanına, hem o mektubun Otuz Birinci Lem'asının vakt-i zuhuruna ve o lem'adan Birinci Şuânın telifine ve Şuânın yirmi dokuz makamında otuz üç adet âyâtın Risale-i Nur'a işaretleri istihraç edildiği hengâmına ve yirmi beşinci âyetin Risale-i Nur'a îmaları yazıldığı şu zamana, şu dakikaya, şu hale tam tamına tevafuku ise, Kur'ân'ın i'câz-ı mânevîsine yakışıyor, gayet lâtif ve müjdeli bir tevâfuktur.
İkinci vecihte, yani bin üç yüz dört (1304) makamıyla, Risale-i Nur'un tercümanı, Risale-i Nur'un basamakları olan mebâdi-i ulûma besmele-keş olduğu ve fütuhat-ı Nuriyede besmelesini çektiği ve fâtiha-i hayat-ı ilmiyede
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ okuduğu zamanına tam tamına tevafukla parmak basıyor, arkasını sıvatıyor, "Haydi git, selâmetle çalış" remzen diyor.
Üçüncü vecihte, yani bin iki yüz doksan üç (1293) veya dört (4) olan makam-ı cifrîsiyle, o tercümanın besmele-i hayat-ı dünyeviyesinin iptidasına tam tamına tevafuk sırrıyla îma eder ki, onun hayatı çok dehşetli dağdağaları ve fırtınaları görmek ve çekmekle beraber, daima Rahmân ve Rahîm isimlerinin mazharı olarak rahmetle muhafaza ve şefkatle terbiye edileceğini remzen mün'imâne haber veriyor. Bu suretle, Kur'ân'ın mânevî i'câzından ihbar-ı gaybî nev'inin bir şuâını gösteriyor.
YİRMİ ALTINCI ÂYET
Sûre-i Hûd'da فَمِنْهُمْ شَقِىٌّ وَسَعِيدٌ 1 âyetinin iki satır sonra gelen وَاَمَّا الَّذِينَ سُعِدُوا فَفِى الْجَنَّةِ 2 âyetidir. Şu âyetin şeddeli م ve şeddeli ل ve şeddeli ن ikişer sayılmak ve الْجَنَّةِ deki ت vakıfta olduğundan ﻫ olmak cihetiyle makam-ı cifrîsi bin üç yüz elli iki (1352) olmakla, tam tamına Resâili'n-Nur şakirtlerinin en meyusiyetli ve musibetli zamanları olan bin üç yüz elli iki (1352) tarihine tam tamına tevafukla, o acınacak hallerinde kudsî ve semâvî bir teselli, bir beşarettir. Ve âyetin münasebet-i mâneviyesi