olduğunu gösterir. Ve irade-i Tahsin ve tezyin ise, bizzarure, o Sânide san'atına karşı kuvvetli bir rağbet ve kudsî bir muhabbet olduğunu gösterir. Ve masnuat içinde en câmi' ve letâif-i san'atı birden kendinde gösteren ve bilen ve bildiren ve kendini sevdiren ve başka masnuattaki güzellikleri "Maşaallah" deyip istihsan eden, bilbedâhe, o san'atperver ve san'atını çok seven Sâniin nazarında en ziyade mahbup o olacaktır.
İşte, masnuatı yaldızlayan mezâyâ ve mehâsine ve mevcudatı ışıklandıran letâif ve kemâlâta karşı "Sübhanallah, Maşaallah, Allahu ekber" diyerek semâvâtı çınlattıran ve Kur'ân'ın nağamâtıyla kâinatı velveleye verdiren, istihsan ve takdirle, tefekkür ve teşhirle, zikir ve tevhidle berr ve bahri cezbeye getiren, yine bilmüşahede o zâttır.
İşte, böyle bir zât ki, اَلسَّبَبُ كَا لْفَاعِلِ 1 sırrınca, bütün ümmetin işlediği hasenâtın bir misli, onun kefe-i mizanında bulunan ve umum ümmetinin salâvatı onun mânevî kemâlâtına imdat2 veren ve risaletinde gördüğü vezâifin netâicini ve mânevî ücretleriyle beraber rahmet ve muhabbet-i İlâhiyenin nihayetsiz feyzine mazhar olan bir zât, elbette Mirac merdiveniyle Cennete, Sidretü'l-Müntehâya, Arşa
ve Kàb-ı Kavseyne kadar gitmek,1 ayn-ı hak, nefs-i hakikat ve mahz-ı hikmettir.