Selef-i Sâlihînin büyüklerinden, o meşrep sarihan görünmüyor. Demek, en âli bir meşrep değil. Belki yüksek, fakat nâkıs; çok ehemmiyetli, fakat çok hatarlı; çok ağır, fakat çok zevklidir. O zevk için ona girenler, ondan çıkmak istemiyorlar; hodgâmlıkla, en yüksek mertebe zannediyorlar.
Bu meşrebin esasını ve mahiyetini Nokta Risalesinde ve bir kısım Sözlerde ve Mektubat'ta bir derece beyan ettiğimizden, onlara iktifâen, şurada o mühim meşrebin ehemmiyetli bir vartasını beyan edeceğiz. Şöyle ki:
O meşrep, daire-i esbabdan geçip, terk-i mâsivâ sırrıyla mümkinattan alâkasını kesen ehass-ı havassın istiğrak-ı mutlak hâletinde mazhar olduğu salih bir meşreptir. Şu meşrebi, esbab içinde boğulanların ve dünyaya âşık olanların ve felsefe-i maddiye ile tabiata saplananların nazarına ilmî bir surette telkin etmek, tabiat ve maddede onları boğdurmaktır ve hakikat-i İslâmiyeden uzaklaştırmaktır. Çünkü, dünyaya âşık ve daire-i esbaba bağlı bir nazar, bu fâni dünyaya bir nevi bekà vermek ister. O dünya mahbubunu elinden kaçırmak istemiyor, vahdetü'l-vücud bahanesiyle ona bir bâki vücut tevehhüm eder; o mahbubu olan dünya hesabına ve bekà ve ebediyeti ona tam mal etmesine binaen, bir mâbudiyet derecesine çıkarır—neûzü billâh—Allah'ı inkâr etmek vartasına yol açar.
Şu asırda maddiyyunluk fikri o derece istilâ etmiş ki, maddiyatı herşeye merci biliyorlar. Böyle bir asırda, has ehl-i iman, maddiyatı idam eder derecesinde ehemmiyetsiz gördüklerinden, vahdetü'l-vücud meşrebi ortaya atılsa, belki maddiyyunlar sahip çıkacaklar, "Biz de böyle diyoruz" diyecekler. Halbuki,
dünyada meşârib içinde, maddiyyunların ve tabiatperestlerin mesleğinden en uzak meşrep, vahdetü'l-vücud meşrebidir. Çünkü, ehl-i vahdetü'l-vücud, o kadar vücud-u İlâhîye kuvvet-i imanla ehemmiyet veriyorlar ki, kâinatı ve mevcudatı inkâr ediyorlar. Maddiyyunlar ise, o kadar mevcudata ehemmiyet veriyorlar ki, kâinat hesabına Allah'ı inkâr ediyorlar. İşte bunlar nerede, ötekiler nerede?
ALTINCI TELVİH
Üç Noktadır.
BİRİNCİ NOKTA: Velâyet yolları içinde en güzeli, en müstakimi, en parlağı, en zengini, Sünnet-i Seniyyeye ittibâdır. Yani, a'mâl ve harekâtında Sünnet-i Seniyyeyi düşünüp ona tâbi olmak ve taklit etmek ve muamelât ve ef'âlinde ahkâm-ı şer'iyeyi düşünüp rehber ittihaz etmektir.
İşte bu ittibâ ve iktida vasıtasıyla, âdi ahvâli ve örfî muameleleri ve fıtrî hareketleri ibadet şekline girmekle beraber, herbir ameli, sünneti ve şer'i o ittibâ noktasında düşündürmekle, bir tahattur-u hükm-ü şer'î veriyor. O tahattur ise, Sahib-i Şeriati düşündürüyor. O düşünmek ise,