Şu Risalenin Hâtimesinde, اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا 3 âyeti altı derece
zemmi zemmetmekle, altı vecihle gıybetten zecrettiğini ve mu'cizane ve hârika bir i'câz ile, gıybeti; hem aklen, hem kalben, hem insaniyeten, hem vicdanen, hem fıtraten, hem milliyeten mezmum ve merdut ve çirkin ve muzır olduğunu gayet kat'i bir surette, Kur'ân'ın i'câzına yakışacak bir tarzda beyan ediyor. Ve gıybet; alçakların silâhı olduğu cihetle, izzet-i nefis sâhibi bu pis silâha tenezzül edip istimâl etmediğine dair denilmiştir:
YİRMİ ÜÇÜNCÜ MEKTUP: .... 256-261
Bu mektubun birkaç mebhası var. Öteki mebhaslara bedel lâtif ve mânidar birtek mebhas aynen yazıldı. Şöyle ki: Ahsenü'l-kasas olan kıssa-i Yûsuf'un (a.s.) hâtimesini haber veren
تَوَفَّنِى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنِى باِلصَّالِحِينَ 4 âyetinin ulvi ve lâtif ve müjdeli ve i'câzkârâne bir nüktesi şudur ki: Sair ferahlı, saadetli kıssaların âhirindeki zeval ve firak haberinin acıları ve elemi; kıssadan alınan hayali lezzeti acılaştırıyor, kırıyor. Bahusus kemâl-i ferah ve saadet içinde bulunduğunu ihbar ettiği hengâmda mevtini, firakını haber vermek daha elemlidir. Dinleyenlere "eyvah" dedirtir. Halbuki şu âyet, kıssa-i Yûsufiyenin en parlak kısmı ki, Aziz-i Mısır olması, peder ve validesiyle görüşmesi ve kardeşleriyle sevişip tanışması olan dünyaca en saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yûsuf'un (a.s.) mevtini şöyle bir sûrette haber veriyor ve diyor ki: "Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yûsuf aleyhisselâm, Cenâb-ı Haktan vefatını istedi ve vefat etti, o saadete mazhar oldu. Demek o dünyevi, lezzetli saadetten daha