İkincisi: Şu risale, uzunluğuyla beraber ne yazması usanç verir ve ne de okuması halâvetini kaybeder. Tembel ehl-i kalemi öyle bir şevk ve gayrete getirdi ki; bu sıkıntılı ve usançlı zamanda, bir sene zarfında civarımızda yetmiş adede yakın nüshaları yazıldı. O mu'cize-i risaletin bir kerâmeti olduğunu, muttali olanlara kanaat verdi.
Üçüncüsü: Acemi ve tevafuktan haberi yok ve bize de daha tevafuk tezahür etmeden evvel yazdıkları nüshalarda, lâfz-ı "Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm" kelimesi bütün risalelerde ve lâfz-ı "Kur'ân", beşinci parçasında öyle bir tarzda tevafuk etmeleri göründü ki; zerre miktar insafı olan tesadüfe veremez. Kim görmüş ise, kat'i hükmediyor ki: "Bu bir sırr-ı gaybidir, mu'cizat-ı Ahmediye'nin (a.s.m.) bir kerâmetidir."
Şu Risalenin başındaki esaslar çok mühimdirler.
Hem şu risaledeki ehâdis hem umumen eimme-i hadisce makbul ve sahih olmakla beraber, en kat'i hâdisat-ı risaleti beyan ediyorlar.
O risalenin bütün mezâyâsını söylemek lâzım gelse, o risale kadar bir eser yazmak lâzım geldiğinden, müştak olanları onu bir kere okumasına havale ediyoruz.
On Dokuzuncu Mektubun Beşinci ve Altıncı Nüktelerinin fihristesidir:..... 89-103
Bu nükteler, umûr-u gaybiyeye dair hadislerin bir kaçını zikretmiştir. Hem Hazret-i Hasan (r.a.) ile Hazret-i Muaviye'nin (r.a.) muharebe ve musalâhasını; hem Hazret-i Ali (r.a.) ile Hazret-i Zübeyir'in (r.a.) muharebe edeceğini, hem ezvac-ı tâhiratın içinden birisinin mühim bir fitnenin başına geçeceğini, hem Hazret-i Ali'nin (r.a.) katlini haber vermiş. Hem Hazret-i Hüseyin'in (r.a.) Kerbelâ'da katlini; hem Zâtından (a.s.m.) sonra Âl-i Beyti katl ve nefye mâruz kalacaklarını; hem Hazret-i Ali'nin (r.a.) hilâfetinin tehirini; hem hilâfet